30 Eylül 2011 Cuma

Famous Blue Raincoat (Joan Baez)

Tarif etmek zordur, sadece şimdi için değil üstelik, tarif etmek benim için hep zordur. Bu yüzden en çok sevdiklerim, beni en az söz ile anlayanlardır. Çok konuşmuyorum bu sıralar, kafamda hep başka şeyler var. Herkes gibi telaşlıyım, duraksamaya karar verirsem her şey çok hızlı ilerliyor. Ama en azından şimdilik, birkaç dakika için duruyorum. Odamın açık pencereleri karşısında oturmuş sonbaharın resmi gelişini kutluyorum içten içe. Hava soğudu, yağmur başladı. Ellerim üşüyor biraz, önemi yok.

Oysa bu havada, biz sonbaharı melankolik olmaya mecbur ederken,
"biri gelse " diye yazdığım her şeyden sonra,
o biri'nin yıllar boyunca alt katta, yan sınıfta ya da  karşı masada olduğunu bilmenin garip bir huzuru var.


13 Ağustos 2011 Cumartesi

Ben Gidersem (Fikret Kızılok)

Aylak Adam neden mi güzel?
Çünkü "karıncalar bilmeden severler".

Fazla Fikret Kızılok şarkısı bilmezdim ben, çok şey kaçırmışım.
dinle.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

My Maudlin Career (Camera Obscura)

duvara yansıyan ters dönmüş sokakların da kendince bir büyüsü var.

9 Ağustos 2011 Salı

Summer in the City (Regina Spektor)

İstanbul'un bile sıcaktan bunaltmadığı havalar geldi ya, artık şehrin her köşesi güzel. Limonata içmek için küçük yerler, güneşi batırmak için merdivenler var. Her şey ayaklarınıza deniz sıçratan bir motor yolculuğu gibi basit ve güzel olabilir aslında. Üç akorluk şarkılarda yakaladığınız mutluluk başkadır hani bazen, onun gibi biraz.

Bu aralar olur da İstanbul'un bir Arcadian'ı var mı diye merak ederseniz, Galata'da Tımarcı Sokak'ı ziyaret edin mutlaka. Sol tarafınızdaki binayı daha iyi görmek için kafanızı kaldırın ve 1892 yapımı eski yapıyı gözlerinizle süzün sadece. Tepesinde bulunması gereken aslanbaşı figürünün çalınmış olduğunu görmeniz çok sürmeyecektir.

İşte böyle zamanlarda pencerelerden içeri bakmak, bir kedinin arpacık soğanıyla oynamasını izlemek, hafif rüzgarlı bir yaz günü tavla öğrenmek var. Sokakta sizi fark etmeyen insanlara onların bile bilmediği hikayeler yazmak ise hep güzel zaten. 

5 Ağustos 2011 Cuma

Thinking Out Loud (Emiliana Torrini)

"O halde gizemli kesişmelerin büyüsüne kapıldığı için romanı kınamamalı; asıl, gündelik yaşamındaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı. 
Çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu."
Milan Kundera


dinle.

Somebody That I Used To Know (Elliot Smith)

Deftere yazdıkça yazıyorum, öyle olunca buraya yazacak çok fazla şeyim olduğunu hatırlıyorum aynı zamanda. İnsanların burayı gerçekten okuduğunu unutmuşum aslında.

Kaderciyim bu sıralar, evren karşıma ne çıkarırsa kabul ediyorum, ilerisi için plan yapmayı bıraktım artık. Bir hafta sonra neler olacağını bilmiyorum. Gece telefonda konuşurken ansızın ada'ya gitmeye karar verebiliyorum mesela. Bu özgürlüğüm daha çok sürmeyecek zaten, dershaneyle birlikte zor bir sene var önümde. O yüzden diyorum ki, neden tadına çıkarmayayım ki fırsatım varken? Hayatı basit yaşaması her zaman daha cezbedici gelmiştir zaten bana. Çantama atacağım bir kitap, bir müzikçalar ve rahat ayakkabılarla şehirler dolaşabilirim mesela. Ani kararlarla trenlerden inebilir, vapurlara yetişmekten vazgeçebilir, telefona cevap vermeyebilirim. Ama o zaman bir şeyler eksik kalır işte. En güzel yol hikayelerimi paylaşamam kimseyle. Altını çizdiğim güzel cümleleri başkasının da kenara not ettiğini asla öğrenemem. İrmik helvası, fıkra, ayran, şiir paylaşacak kimse olmaz. Kimseye sıkı sıkı sarılamam, saçlarının güzel koktuğunu bilemem; kahkaha atsam kimseye duyuramam kendimi.

Sahi, öyle olsa kahkaha atmış sayılır mıyım ki?

dinle.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Flume (Bon Iver)

Hayatı mutlu polaroid fotoğraflar gibi yaşıyoruz şimdilerde. Kime baksam gülümsüyor, dertlerini kenara bırakmış herkes. Defterler dolduruyoruz, şarkılar mırıldanıyoruz kendi kendimize, kitapları altı çizerek okuyoruz. Ben Tenten okuyarak uyuyakalıyorum geceleri, sevdiğim insanlardan gelen mesajlarla uyanıyorum. Sabahın köründe telefon titriyor mesela, ben gözümü bile açmadan durmasını bekliyorum. Oysa ki açsam fena olmazmış aslında. İnsan her zaman her şeyi akıl edemiyor işte.

Korktuğum şey şu, birkaç ay sonra kış geldiğinde ne şekilli beyaz bulutlar olacak, ne de aralarından sızan güneş. Issız koylar olmayacak keşfetmek için, kedi balkonda yanınıza kıvrılmayacak. Acıtmasına rağmen içten içe hoşunuza giden güneş yanıkları, yerine soğuktan kızarmış yanaklara bırakacak. Hepsinin tadı başka ben de biliyorum. Bundan birkaç ay sonra, gayet tutarsız bir biçimde, kırmızı atkımdan bahsedeceğim çünkü bu sefer onunla mutlu olacağım. Kar yağarsa hele, yukarıda söylediklerim hep yalan çıkacak ve ben yaz'ı bırakıp kış'a sarılacağım var gücümle.

Ama hiçbir şeye kafa yormuyorum ben şimdi, çünkü her şeyin vakti var. Şeftalili dondurmanın, kahverengi sandaletlerin, poyrazın, lodosun, çiçekli elbiselerin ve limonataların; kırmızı atkıların, çizgili eldivenlerin, sıcak çikolataların, renkli kupaların ve kestane kokusunun vakti var.

Siz olur da her daim vakti olan bir şey isterseniz eğer, gelin bize çay içelim.

dinle.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Stay (The Do)

"Stay just a little bit more"
Buyrun, balkon keyfime ortak olun.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

She's Leaving Home (Brad Mehldau)

"Gerçekten de, gündüz okunsun diye yazılmış kitaplar vardır, 
bir de sadece geceleri okunabilecek olanlar."
Milan Kundera

Murakami'yi hangi kategoriye sokarsın?

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Summersong (The Decemberists)

Yazmadığıma dair şikayetler almaya başladım. Aslında yazacak çok şeyim var, ama paylaşmayı istemediklerim var arasında. Hayatımda ilk defa 'bunlar da bana kalsın' diyorum sanırım. Musmutluyum ben de, başkalarının tabir ettiği şekliyle. Dertlerim azaldı yada değişti en azından ve ben uzun zamandan sonra yalnız olmadığım, alışkanlıklarımı geride bıraktığım, reçel yaptığım ve balkonda uyuyakaldığım bir yaz geçiriyorum. Mesela Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği balkonda elimden düşüyor, babam gelip uyandırıyor beni. Yatağa dönüp yastığıma sarıldığımda, umutsuz değilim. En fazla bir hafta ilerisini düşünerek yapıyorum planlarımı, evren önüme engel çıkaracak olursa, bu sefer hayalkırıklığı olmayacak elimde.

Zor olan geçmişte yaşamak değil çünkü, şimdiye kendini vermek.

dinle.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

For You (Angus and Julia Stone)

Mia: Don't you hate that? 
Vincent: What? 
Mia: Uncomfortable silences. Why do we feel it's necessary to yak about bullshit in order to be comfortable? 
Vincent: I don't know. That's a good question. 
Mia: That's when you know you've found somebody special. When you can just shut the fuck up for a minute and comfortably enjoy the silence. 



dinle.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Yollar (Teoman)

Saat 12'yi geçer geçmez telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Bunların kuru şeyler olduğunu da düşünmeyin sakın, en sevdiklerimden, en değer verdiklerimden gelen mesajlardı bunlar. 18 oldum herkes onun derdinde.

Düşündüm dün akşam uzun uzun, şu 18 seneye ne sığdırdım diye. O kadar çok arkadaş, o kadar çok tanıdık geçti ki hayatımdan. Hepsinin izi var benim üstümde. Bir daha hiç konuşmamış olsak da biliyorum onlar beni ben yapanlar oldu. Ben kim isem, herkesin bir parçası var bende. Ve bu beni inanılmaz mutlu ediyor. Biliyorum ki tek başıma ayakta durmuyorum, duramam, herkes bana gelip bir şeyler koyuyor, bir şeyler götürüyor benden ve ben kendi kendimi şekillendiriyorum tüm bunlarla.

İşte o yüzden kanun önünde birey olduğum, muvafakatnamesiz seyahate çıkabileceğim, sonraki seçimde oy kullanabileceğim bu resmi günde, insanları anımsıyorum ben. Ve teşekkür ediyorum hepinize, beni ben yaptığınız için. Bana okumayı, düşünmeyi, sevmeyi öğrettiğiniz için; Bülent Ortaçgil'i, Özdemir Asaf'ı, Murakami'yi benimle paylaştığınız için; en kötü halimde bile yanımda durduğunuz için; en uzun günün kıymetini bilecek, bana mektup yazacak, şarkı yollayacak, şiir okuyacak kadar harika olduğunuz için, iyi ki varsınız.

19 Haziran 2011 Pazar

Dory Previn (Camera Obscura)

Hiçbir şey bilmediğimi biliyorum zaten ama bu aralar bildiğim başka bir şey daha var: içinde 'mutlu' geçen hiçbir şey kötü olamaz. O yüzden vapurlarda kenara oturmak güzel, geniş boş sergi salonları da öyle, yaz sıcağında Nazım Hikmet'in bahçesi güzel, küçük tesadüfler ve yavru kediler, yaklaşan doğumgünleri, Beyoğlu'nda arkadaşlarla içilen Haziran akşamı şarapları ve huzurlu uyuyakalmak güzel.

dinle.

7 Haziran 2011 Salı

Ma Fleur (The Cinematic Orchestra)

Kitaplarda karakterlere ve düşündüklerine dair her şey ortaya konmazsa rahatsız olur musunuz? Beklentiniz her şeyi bilmek üzerine midir? Biri dedi ki, verdikleri tepkileri neden verdiklerini her zaman bilmemek hoşuma gidiyor çünkü gerçek hayat gibi; insanların neden böyle davrandıklarını her zaman anlayamazsınız.

31 Mayıs 2011 Salı

Hold Heart (Emiliana Torrini)

Bu sabah
"Daha kalkıp tabak sayıcaz" diye uyandığım için
hala kafam karışık.

dinle.

22 Mayıs 2011 Pazar

Elenore (The Turtles)

Elenore, gee I think you're swell
And you really do me well
You're my pride and joy, et cetera

Şu son dizede et cetera derken öyle vurdumduymaz, öyle kalıpdışı, öyle aşık ki.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

From Me To You (The Beatles)

Halden anlayan arkadaş gibisi yok.

20 Mayıs 2011 Cuma

Be All That You Can Be (The Bedroom Orchestra)

Oturaklı hayatımı terk ettikçe,
mitinglere gittikçe,
güzel müzikler keşfettikçe,
sorumsuz davrandıkça,
çimlerde çılgınlar gibi koşturdukça,
mayısın şu çirkin havası geçsin diye çok uyudukça,

mutlu oluyorum.

17 Mayıs 2011 Salı

Billy the Kid (Tom Petty and The Heartbreakers)

Strange that how I feel people
not close to me
as if their dress were against my shoulder 
and as they bend down
the strange smell of their breath
moving across my face
or my eyes
magnifying the bones across a room
shifting in a wrist


dinle.

8 Mayıs 2011 Pazar

In The Still Of The Night (Oscar Peterson)



"I could be bounded in a nutshell, and count myself a king of infinite space, were it not that I have bad dreams."
-Hamlet

dinle.

6 Mayıs 2011 Cuma

Friends Will Be Friends (Queen)

İnsanların kıymetini en çok ufak şeylerde anlıyorsun.

Her sabah kalorifer başında ayaküstü sohbet edip uykuna açtığında.
Koridorda 'küçük kız' diye karşılandığında.
Yemekte çok üşenip almadığın su bardağını başkasıyla paylaştığında.
Kalabalık koridorlarda Sound of Silence'ı söyledikten sonra biri sanki hissetmiş gibi bunu sana mesaj attığında.
Festivalde güzel film, konser varsa 'Tamam gidelim' diyen biri olduğundan emin olduğunda.
Tiyatronun ortasında, aynı espride aynı serbest çağrışımda bulunduğunu anladığında.
Anlamakla yetinmeyip birbirine bakıp gülümsediğinde.
Arka koltukta dört kişi oturduğun arabalarda, telefonunu zor bela açtıktan sonra duyduğun ses seni mutlu ettiğinde.
Her şeyden öte, gelen kutunu her açtığın zaman yeni bir şey göreceğini bildiğinde.
Masanın üstüne kafanı koyup uyuklayarak skype'ta konuşurken uykuya dalmadan önce yaptığın sohbetleri hatırladığında.
Dizine yatan insanlar saçlarıyla oynamana izin verdiklerinde.
Başkalarının heyecanına ortak olduğunda.
Yada birileri sana sıkı sıkı sarıldığında.



İyi ki varsın diyebileceğin insanların sayısı çoğaldığında, hepsine birden yetişmek zor oluyor bazen.
O yüzden iyi ki varsınız.
Hepiniz.


dinle.

3 Mayıs 2011 Salı

Sweet Child O' Mine (Guns N' Roses)

Kadın, mutsuz çocuk ve ben. Onları çok uzun süre izledim sanırım, bunun üzerine kadın kıza döndü.

kadın: Bak abla da bizi izliyor.
ben: (kıza bakarak) Çok tatlı ama hehe..
kadın: Benim değil arkadaşımın. Benim köpeklerim var.

yok. daha. neler.

24 Nisan 2011 Pazar

Guyamas Sonora (Beirut)

Babamla birkaç pazar önce Dolapdere'deki bit pazarına gittiğimizde "çöp"
 diyip kenara atılan yüzlerce şeyin nereye gittiğini de öğrenmiş oldum. 
İstanbul'un ne kadar acayip bir şehir olduğunu anlatsa kimse bitiremez. 



It Had To Be You (Frank Sinatra)

Annie Hall: Sometimes I ask myself how I'd stand up under torture. 
Alvy Singer: You? You kiddin'? If the Gestapo would take away your Bloomingdale's charge card, you'd tell 'em everything. 



dinle.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Lilac Wine (Nina Simone)

Buruşturulmuş bir kağıt buldum çantamın içinde. Zamanında bir sergiye gitmiştim de orada beğenip kenara yazmıştım. Şimdi nereye ait olduğunu pek bilmiyorum bu ufak şiirin ama el yazım hoşuma gidiyor kağıdın üstünde.

Ağırlıktan yoksun yaşamaya devam ediyor gövdem,
İçimdeki hayaller bir duman gibi dalıp çıkıyor,
Bir o zamana bir şimdiye.


dinle.

19 Nisan 2011 Salı

Nayu (Gevende)

Selam, ben Şubat ayından beri hiçbir şey yazmamış olan kız.
Bilmiyorum niye böyle oldu, zaten bir sürü şeyin niye öyle olduğunu bilmiyorum, oldu işte. Ben meşguliyetimden ve inanılmaz acil işlerimden kopamadım. Ben uyumadım. Ben nefes almayı da bırakacaktım, nasıl oldu unutmadım bilmiyorum.

Bana arada çok haller oldu. Her seferinde değiştiğimden şikayet ettiğim, sonunda yine buraları terk edip gittiğim ve başım sıkıştığında geri geldiğim için biraz suçlu hissediyorum aslında. Ama bir yandan da suçlu hissetmek için fazla yorgunum. Her şeyin bir zamanı var, suçluluğun sırası değil.

Geçen sene bu zamanlar tek başıma geziyormuşum Kadıköy'de, kimselerle paylaşmadığım kurabiyelere sevinip sahafları dolaşıyormuşum. Sabahları balkonda kedimle kahvaltı edip günümü güzelleştiriyormuşum. Geçen sene bu zamanlar öyleymiş. Havalar daha güzel, ben daha mutlu.


Geçen sene bu zamanlar ben kendimi ufak ufak yalnızlığa alıştırıyormuşum. Birileri gelip dünyamı yıkmasın diye. Yavaş yavaş, kendinden emin adımlarla, kendine yetebilen biri olmuşum ben. Konuşmayı zor bulan, konuşunca sadece karamsar ve şüpheci konuşan, sürekli birilerini özleyen ve her şeyi özlemekte bırakan.

Böyle söyleyince her şeyi çok sorunlu bir hayatım varmış gibi duyuluyor, halbuki her şey yolunda. Her şey o kadar yolunda ki ben hissizleştim. Ben artık heyecanlanmayan ya da kahkaha atamayan öylesine biri oluverdim. Her şey sadece.. normal.

Dramatik olmaya çalışmıyorum, herhalde şu an yapmak istediğim en son şey bu. Ama anlatmam lazım bunları, tekrar kendimi bulmam lazım. Önemsiz şeyleri kenara bırakıp hayatıma dönmem lazım. Daha çok fotoğraf çekmem, daha çok mektup yazmam, daha çok gülmem, daha çok sarılmam, daha çok dans etmem, daha çok okumam, daha çok gezmem, daha çok konuşmam lazım.

Ama her şeyden önce kendime gelmem lazım.

dinle.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Gauguin (Colorfactory)

Kendimi bundan 20 sene sonra müzede dilediği kadar resmin karşısında oturup sohbet eden kadın olarak hayal etmek istiyorum.

15 Şubat 2011 Salı

So Long, Marianne (Leonard Cohen)

come over to the window, my little darling

7 Şubat 2011 Pazartesi

Sensiz Olmaz (Bülent Ortaçgil)

Bilmiyorsanız söylemiş olayım,
Bülent Ortaçgil her derde deva.

2 Şubat 2011 Çarşamba

For No One (The Beatles)

Dünyanın bir yerlerinde insanların Berklee'de müzik okuyup akşamları plak dükkanlarında vakit geçirdiğini, caz plaklarıyla dolu kutuları karıştırırken (ve arkada Revolver çalarken) Beatles'ın mono albümleri mi yoksa stereo albümleri mi daha iyi diye tartıştıklarını görmek içimi rahatlatıyor.

Üstelik hava karanlık olsa dahi, dükkandan sokağa yayılan şu şarkı sayesinde hiç bilmediğim bir şehirde güvende hissediyorum ve gidip en sevdiğim insanları biraz daha özlüyorum.

Green Gloves (The National)

Kalabalık Boston metrosunda birkaç durak yan yana gittikten sonra elime bakıp çizgili eldivenlerimi çok beğendiğini söyleyeyen genç adam, 
ne olur tekrar karşıma çık bir yerlerde.

Boston and St. John's (Great Big Sea)

Boston maceramız Ocak ayının son gününde bindiğimiz uçakta son buldu. Geride her zamanki gibi güzel anılar, komik diyaloglar, sosyolojik tespitler kaldı. Amerika'ya ilk yolculuğum oldu ama son olmasını pek istemiyorum galiba.

Sevgili oda arkadaşım Boston gezisi hakkında neler yazacak çok merak ediyorum doğrusu, ama ondan önce benim söyleyebileceğim tek şey Amerika'nın bir klişeler ülkesi olduğu. İnsanlara baktığınızda onları hiç zorlanmadan "ponpon kız" "sportif erkek" "hiç arkadaşı olmayan yalnız çocuk" başlıklı kategorilere ayırabiliyorsunuz. Metroda arkadaşlarına 'retard' diye hitap eden ortaokul çocukları, pizzacılarda değişik bir aksanla sizden sipariş alan zenci yada Meksikalı garsonlar ve boş vakitlerinde donut yemekten çok hoşlandığı her halinden belli polisler var.

Amerika'nın tamamını Boston'da gördüklerimle değerlendirmem çok yanlış olur çünkü orası bir öğrenci şehri ve belki de Boston'ı bu kadar güzel yapan şey bu. Sokakta rastladığınız herkes genç. Her tarafta muhteşem kitapçılar ve bizimkilere hiç benzemeyen sahaflar var. İnsanlar kibar, düşünceli, güler yüzlü ve muhabbet edilesi. Hem de tamamıyla yabancı olmalarına rağmen.

12 Ocak 2011 Çarşamba

I Must Belong Somewhere (Bright Eyes)

Biraz uyku, bir ukulele, bir fisheye kamera, Beatles plakları, insanlarla konuşmak için daha çok zaman, biraz daha güneş, biraz daha yağmur, azıcık da olsa kar istiyorum. Haydarpaşa'dan trene bineyim, biri Ethan Hawke-vari yanıma gelsin ve biz Eskişehir'de inip şehri gezelim istiyorum. Eskişehir'in soğuk karlı sokaklarından birinde oturup ukulele çalalım, Beatles şarkıları söyleyelim, güzel fisheye fotoğraflar çekelim.

Biri gelsin ve beni bu Before Sunrise çılgınlığından kurtarsın istiyorum.
Şimdi, ya da en kısa zamanda yani.

1 Ocak 2011 Cumartesi