16 Şubat 2011 Çarşamba

Gauguin (Colorfactory)

Kendimi bundan 20 sene sonra müzede dilediği kadar resmin karşısında oturup sohbet eden kadın olarak hayal etmek istiyorum.

15 Şubat 2011 Salı

So Long, Marianne (Leonard Cohen)

come over to the window, my little darling

7 Şubat 2011 Pazartesi

Sensiz Olmaz (Bülent Ortaçgil)

Bilmiyorsanız söylemiş olayım,
Bülent Ortaçgil her derde deva.

2 Şubat 2011 Çarşamba

For No One (The Beatles)

Dünyanın bir yerlerinde insanların Berklee'de müzik okuyup akşamları plak dükkanlarında vakit geçirdiğini, caz plaklarıyla dolu kutuları karıştırırken (ve arkada Revolver çalarken) Beatles'ın mono albümleri mi yoksa stereo albümleri mi daha iyi diye tartıştıklarını görmek içimi rahatlatıyor.

Üstelik hava karanlık olsa dahi, dükkandan sokağa yayılan şu şarkı sayesinde hiç bilmediğim bir şehirde güvende hissediyorum ve gidip en sevdiğim insanları biraz daha özlüyorum.

Green Gloves (The National)

Kalabalık Boston metrosunda birkaç durak yan yana gittikten sonra elime bakıp çizgili eldivenlerimi çok beğendiğini söyleyeyen genç adam, 
ne olur tekrar karşıma çık bir yerlerde.

Boston and St. John's (Great Big Sea)

Boston maceramız Ocak ayının son gününde bindiğimiz uçakta son buldu. Geride her zamanki gibi güzel anılar, komik diyaloglar, sosyolojik tespitler kaldı. Amerika'ya ilk yolculuğum oldu ama son olmasını pek istemiyorum galiba.

Sevgili oda arkadaşım Boston gezisi hakkında neler yazacak çok merak ediyorum doğrusu, ama ondan önce benim söyleyebileceğim tek şey Amerika'nın bir klişeler ülkesi olduğu. İnsanlara baktığınızda onları hiç zorlanmadan "ponpon kız" "sportif erkek" "hiç arkadaşı olmayan yalnız çocuk" başlıklı kategorilere ayırabiliyorsunuz. Metroda arkadaşlarına 'retard' diye hitap eden ortaokul çocukları, pizzacılarda değişik bir aksanla sizden sipariş alan zenci yada Meksikalı garsonlar ve boş vakitlerinde donut yemekten çok hoşlandığı her halinden belli polisler var.

Amerika'nın tamamını Boston'da gördüklerimle değerlendirmem çok yanlış olur çünkü orası bir öğrenci şehri ve belki de Boston'ı bu kadar güzel yapan şey bu. Sokakta rastladığınız herkes genç. Her tarafta muhteşem kitapçılar ve bizimkilere hiç benzemeyen sahaflar var. İnsanlar kibar, düşünceli, güler yüzlü ve muhabbet edilesi. Hem de tamamıyla yabancı olmalarına rağmen.