29 Nisan 2010 Perşembe

Wisdom Teeth (Frank Turner)

20 yaş dişlerine İngilizce'de wisdom teeth, Korece'de çocukluktan çıkıp yaşanan ilk aşkın acısını anlatmak için Sa-rang-nee yani love teeth, Japonca'da çocuklar ailelerinden ayrıldıktan sonra bu dişleri çıkıyor diye Oyashirazu yani unknown to the parents, Endonezya dilinde bütün diğer dişlerden geç "büyüdüğü" için gigi bungsu yani youngest child deniyomuş.

Ben dün 20 yaş dişlerimden birini çektirdim.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Looney Balloon (The Kinks)


The Flying Machine, originally uploaded by Boy_Wonder.

The world's spinning round like a looney balloon
Heading for a collision with saturn and mars
And we're narrowly missing the man in the moon,
Spinning out of control crashing into the stars.
Have we all lost our gravity, reason and sanity?
Is this the price that we pay?
Have we now lost our way on this looney balloon?

23 Nisan 2010 Cuma

Wooden Arms (Patrick Watson)

Friday Night Saturday Morning (Nouvelle Vague)

Breakfast Table (Chris Rice)

Annemler merak edip Suriye'ye gittiler, Şam'ı geziyorlar.
Evi de bana ve kediye bıraktılar, idare ediyoruz.

Bu sabah kalktım baktım hava çok güzel, balkonda kahvaltı etmeye karar verdim. Hani küçücük apartman balkonları olur ya, onlardan işte. Annemin saksılara ektiği rengarenk çiçeklerin arasından bir sehpalık bir sandalyelik yer açtım. Çay demledim, ekmek kestim, dolaptan kaymakla böğürtlen reçelini çıkardım, balkona geçtim.

Arkada Kings of Convenience çalarken ufak güneşli balkonumuzda kedimle kahvaltı ettim.

22 Nisan 2010 Perşembe

Big Eyed Fish (Dave Matthews Band)

A big eyed fish,
Yeah, swimming in the sea,
Oh, how he dreamed.
He wants to be a bird,
Swooping, diving through the breeze.
One day, he caught a big blue wave,
Up onto the beach,
And now he's dead.
You see, a fish's dream,
Should stay in the sea.

Nobody Told Me (John Lennon)


Liverpool'un havaalanının adı "Liverpool John Lennon Airport"muş.


War Is Kind (Jakob Dylan)


Rainbow Warrior, originally uploaded by graybags60.

Ben bugün Arnavutköy'den Beşiktaş'a kadar yürüdüm.
Ben bugün Rainbow Warrior'ı gezdim.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Classical Thump (SMV)

Sevin Okyay kimileri için hiçbir şey ifade etmez belki.
Bazıları onu "Harry Potter'ı çeviren kadın" olarak tanır.
Sevin Okyay'ın asıl yüzünü, yani caz programı yapan, voleybol şampiyonaları hakkında yazı yazan, Formula 1 takip eden, aynı zaman radyoda polisiye romanlardan bahsederek "Arkası Yarın" kuşakları sunan, üstüne çok güzel film eleştiren, hatta gece gece Oscar'lara fonda yorum yapan, evet tabii bir de kitap çeviren inanılmaz bir kadın olduğunu ise pek az kişi bilir.
İşte bu yüzden Sevin Okyay'a çok saygı duyarım.
Filmden, edebiyattan, müzikten anlayan, zeki, esprili ve sempatik bir kadındır.
"İdolüm o benim!" diyebileceğim insanlardandır hatta.


Ve sırf çekingenliğim, utanmalarım yüzünden her film festivali Sevin Okyay'ı uzaktan görür, yanına gidip tanışma cesaretini gösteremem.
Yani gösteremezdim.
Sevin Okyay'ı 4 kere görmüş, her seferinde "Ama ama bak Sevin Okyay var orda. Ay şimdi rahatsız da edilmez ki kitap okuyo biriyle konuşuyo aa yemek yiyo gidemem şimdi" diye diye hep ertelemiştim. Cumartesi gününe kadar.
Mahavishnu'nun inanılmaz sabrı, hatta rahatsız edici kararlılığı sayesinde (yüzünden kelimesini kullanmayı düşünmedim değil) bu cumartesi son üç senedir yapamadığım bir şeyi yaptım. Aslında yemek yiyordu, ben de bölmek istemedim. Sonra dolandık durduk ve bu sefer Atlas Sineması'nın girişinde gördük. "Hadi artık!" diyip beni itekleyen Mahavishnu'ya yalvarıp yakarsam da o doğru olanı yaptı.
Atlas Sineması'nın girişine çıkan merdivenleri tırmandım, merhaba dedim.
"Rahatsız etmek istemezdim ama..." diye başladım, yazılarını takip ettiğimi, Harry Potter'ı onun sayesinde sevdiğimi söyledim. Çok şapşal konuştum, sözcükleri toparlayamadım, heyecanlandım göz göre göre. O da güldü sevimli sevimli. Adımı sordu. "Sen de mi filme giriyorsun?" dedi, ben de az önce bir filmden çıktığımı şimdi başka bir tanesine gittiğimi söyledim. Gülümsedi yine. E-mail adresini söyledi, "Yazarsın bana, Atlas'ta tanışmıştık dersin" diye de ekledi.


Ben cumartesi günü Sevin Okyay'la tanıştım.
Ne gündü ama.

The Sweater (Vinyl)



"Senle ikimiz hırka olsak, bizi mağazada aynı rafa koyarlardı"



The Lightning Strike (Snow Patrol)

how many lives do we live?
how many times do we die?
they say we all lose 21 grams...
at the exact moment of our death.
everyone.
and how much fits into 21 grams?
how much is lost?
when do we lose 21 grams?
how much goes with them?
how much is gained?
how much is gained?
twenty-one grams.
the weight of a stack of five nickels.
the weight of a hummingbird.
a chocolate bar.
how much did 21 grams weigh?



inanılmaz bir film.

19 Nisan 2010 Pazartesi

A Waltz For A Night (Julie Delpy)

Celine: So, I want to try something.
Jesse: What?
Celine: [hugs him] I want to see if you stay together or if you dissolve into molecules.
Jesse: How'm I doing?
Celine: Still here.
Jesse: Good, I like being here.

Before Sunrise ve Before Sunset'i izlemediniz mi hala?

18 Nisan 2010 Pazar

Grace (Jeff Buckley)

Kadıköy karanlık ama kepenklerini indirmiş dükkanlardan sızan ışıklar sokakları aydınlatmaya yetiyor. Nazım Hikmet'in bahçesi kalabalık değil, huzurlu. Sarı ampuller asmışlar etrafa, bir tanesinin altına geçip oturuyorum. Annemler sinemadan çıkacaklar, onları bekliyorum. Çay tepsisiyle gezen adam ortalıkta gözükmüyor, ben de içeri geçiyorum, kasadan bir çay istiyorum. Adam hemen arkadan dolduruveriyor ufak bir bardağa. Omzumda çantam, elimde birkaç broşür, tabağını elim titreye titreye tuttuğum çayımla tekrar dışarı çıkıyorum.

Yanımda düzgün bir kitap olmasını çok istiyorum o an, 1984 gibi mesela. Yok diye üzülüyorum önce, sonra aklıma geliyor, açıp Antik Acılar'dan birkaç şiir okuyorum. Bardağın altından bir damla çay düşüyor üstüme, ben okumaya devam ediyorum. Çok sevdiğim bir dostumun bana vapurda okuduğu şiirlere denk geliyorum sonra.

"Yaşlı bir devrimci
düşürmez hiç ağzından
özgürlük kelimesini
ve yatmadan önce
bir bardak su yerine
denize bırakır
takma dişlerini"

Rüzgar esiyor, hava serin. Çay bardağıyla ellerimi ısıtıyorum.
Çatılarda yürüyen kediler var ve yan masadaki adam mantarlı makarnasından şikayet ediyor.

dün bana 'serseri' dedi ukalanın biri.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Cold Cold Ground (Tom Waits)

Ben hiçbir zaman büyümek istemedim.
Kovalamaç oynalamalarım, küçük kız tavırlarım, nutella kaşıklamalarım hep bu yüzdendi.
Ben sorunlarımla yüzleşmek istemedim, büyümeyi reddettim.


Çünkü sorumsuz davranma hakkımı elimden aldılar.
Ve ben eşek kadar oldum.

Hello Little Girl (The Beatles)

Bir arkadaşın hafifçe kafasına vurdum, beni kovalamaya başladı.
Yer ıslakmış.
Koridorda beraber kaydık düştük.
Düşünce gülen küçük çocuklar gibi kahkahalarla odaya girdim.
Sonra baktım dizim uf olmuş.