28 Eylül 2010 Salı

Cold Water (Damien Rice)

Mektuplarımı zamanında atabilirsem çok memnun olucam ama yaklaşık bir aydır Amerika'ya, Urfa'ya, oraya buraya atacak bir sürü mektubum birikti. Sahafları dolaşıp bunu da atarım zarfın içine diyorum, Amerikan üniversitelerinin herkese gönderip 'siz özelsiniz' dediği broşürlere iki kez bakıyorum belki enteresan bir şey vardır o da girer zarfın içine diye. Bu aralar yine kendimleyim, Damien Rice dinleyip halime üzülüyorum, sonra bakıyorum ertesi gün derste karanlık odaya girmişiz yine mutluyum.
Aslında bu aralar çok şey düşünüyorum, günler çabuk geçiyor. Yine kafam dolu geziyorum, bir olayın ortasında o an kaybolmak istiyorum ya da bir anda odadan çıkmak istiyorum, ama kimse gelmesin peşimden beni bana bıraksınlar.

Güzel fotoğraflar çekeyim, ne kadar kural varsa hiçbirine uymasın çünkü benim beceriksizliğim olsun o, ama yine güzel çıksın istiyorum kareler. Sonra birileri gelsin, karşıma otursun mutfak masasında birer çay içelim. Ben örgü örmeyi öğreneyim bu kış, güzel günaydın mesajları alayım, annem olmadan kekler pişireyim, lezzetli olsun ama.

İstiyorum ki yeni insanlar gelsin, sohbet etmeye hani.

26 Eylül 2010 Pazar

Happiness Is A Warm Gun (The Beatles)


The Beatles 1967- 1970, originally uploaded by Nepue.

Bugün ilk Beatles plağımı aldım.
ve artık mutluluğun resmini kabiliyetsiz olsam da çizerim.

En güzel şarkıları alıp bir plağa sıkıştırmışlar işte. Dinliyorsun, her şarkıda daha çok gülümsemeye başlıyorsun, kafanı dayıyorsun bir yerlere, sana ve öğrenciliğine acıyıp plakları çok ucuza bırakan adama teşekkür ediyorsun.

Come Downstairs and Say Hello (Guster)

Sahaf festivalinin kitap yığınları arasındaki boşluğa gözünü dayayıp etrafı gözetleyen küçük çocuk,

23 Eylül 2010 Perşembe

That's The Way (Led Zeppelin)

"When I was in college, my roommate had a little jade plant. And she actually named it Robert. Robert Plant."

16 Eylül 2010 Perşembe

One Picture (Peter Bradley Adams)

Bugün ilk defa karanlık odaya girdim.
Hani fotoğrafları basarsınız ya.
Negatifleri kağıda aktardıktan sonra kimyasal bir suyun içine koyuyorsunuz ve sonra çok büyüleyici bir şey oluyor.

Bembeyaz kağıdın içinden bir yüz beliriyor mesela, bakıyorsun siyahlar ve beyazlar yavaş yavaş oturuyor yerlerine.

dinle.

13 Eylül 2010 Pazartesi

She Said She Said (The Beatles)

Yılın ilk ingilizce dersindeyiz, herkes kendini tanıtıyor.

ben: Well, I love Star Wars and I love The Beatles.
mr hummel: Thank you!! 

Bunu dedi ve alkışlamaya başladı.
öhöm.

12 Eylül 2010 Pazar

Up or Down (Jefferson Airplane)

Ben yine Çağla'nın fotoğrafını çaldım.
Ama çok huzur veriyor napıyım.

Olmalı mı Olmamalı mı (Bülent Ortaçgil)

"Bilmeli mi bilmemeli mi
Yoksa hiç öğrenmemeli mi
Ama ben öğrenmezsem
Hiç olamam ki"


dinle.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Enjoy The Silence (Tori Amos)

"The silence grew deeper, so deep that if you listened carefully you might very well catch the sound of the earth revolving on its axis."


dinle.

Down to Earth (Thomas Newman)

Toy Story 3'ün sonunda kurtulamayacaklar galiba demiştim kendi kendime.
Happy Feet'te ağlamaklı olmuştum.
WALL-E'de de aynı şey oldu bugün.

Bence artık animasyon filmlerin kötü bitmeyeceğini öğrenmem gerekiyor.

dinle.

10 Eylül 2010 Cuma

Take It Easy (Eagles)

Kitaplarımı kaldırıp "Whoa, this is heavy!" diyince göndermeyi anlayacak insanları bekliyorum buraya.


dinle.

Passing Afternoon (Iron & Wine)

Karadağ'dan neden bahsetmedim bilmiyorum. Üşengeçliğime denk geldi sanırım. Yada çektiğim fotoğraflardan pek memnun kalmayışıma, annemle aramızın bozulmasına, seyahat arkadaşlarımızdan sıkılmama da bağlayabiliriz durumu. Ama lafı da çok uzatmak istemiyorum hani. Karadağ iyiydi, değişikti. İnsanları çok sevecendi, herkes gülümsüyordu, herkes güzeldi. Kaldığımız yer küçük Ege kasabalarına benziyordu, insanlar sabah erkenden kalkıyor bira içmeye başlıyor balık tutuyorlardı. Gençler atletik, yaşlılar göbekliydi. Herkes mutluydu yada bana öyle geldi, bilemem.

Patlıcan diyorlardı, çay diyorlardı, burek diyorlardı, haydi diye çağırıyorlardı insanları, Sırpça (yada Karadağca) konuşan babama ilgi gösteriyorlardı, yadırgamıyorlardı sanki onların dillerini konuşabiliyor olmasını. Rahatlardı, kiralık arabayı havaalanına bırakın biz alırız diyebilecek kadar mesela.

Ne biliyim işte. Eski şehirler, tarihi sokaklar, muazzam büyüklükte ulusal parklar, nilüfer kaplı göller, bize incir ikram eden yaşlı teyzeler, iyi niyetli ev sahipleri vardı. Virajlı yollarda nerdeyse tam daire tur atarken kulağımda Beirut çaldı. Telefonum kapalıydı, internetim sınırlıydı, 70 cent'e bir kupa çay alabildiğiniz sevimli kafede "Jedan crna cay" demeyi öğrendikten sonra onlarca çay sipariş edip internetlerini kullandım.
Kotor'daki eski şehirde iki yüksek taburenin üstünde Simon and Garfunkel söyleyen adamları dinledim, şansıma Wish You Were Here'ı bile çaldılar, herkes yarım litrelik biralarına gömülmüş olaydan habersizken ben meydanın ortasında eski bir bina duvarına dayanıp onlara eşlik ettim.
Bir sürü yıldız gördüm gökyüzünde, ormanın içinden gelen çekirge sesiyle birlikte onları izledim, uykuma yenik düştüm. Hamakta sallanırken Bülent Ortaçgil ve Teoman'ın konser kaydını dinledim, gülümsedim konuşmalarına, utandım biraz kendimden yıllardır Bülent Ortaçgil'i dinlemeyi unuttuğum için. Özlemişim çünkü.

Tiril tiril elbiselerin içinde kitap okumanın ve denize karşı Kings of Convenience dinlemenin zevkini bir de yabancı bir ülkede çıkarmış oldum. Sabahları ekmek ve elmalı tart aldığımız ufak fırındaki müşterilerle yapılan günlük konuşmalara, babamın bana yaptığı ufak çevirilere, annemin düşersin'lerine, odamıza giderken bize delicesine havlayan sevimli köpeğin öfkesine alıştım.

Bugün babam durdu, Karadağ'ı özledim aslında dedi. En çok Cetinje'yi özlemiş. Orda bulduğumuz pizzacıda bizle sohbet eden garson Marko gelmişti aslında benim de aklıma. Annem de sessiz sakin kasabamızı, Prcanj'yi özlemiş. Ben nereyi özlediğime karar veremedim, eski Kotor dedim. Neresini özledin peki, diye sordu babam. Bilmem dedim.
Ama sanırım yeşil panjurlu evlerini ve nereye çıktığını bilmediğim dar sokaklarını özledim.








New Shoes (Paolo Nutini)

Her şeye yeniden başlamayı kendime hak görüyorum.
Çünkü turuncu ayakkabılarım var artık.

hey, I put some new shoes on,
and suddenly everything is right.

dinle.