23 Şubat 2010 Salı

Lost! (Coldplay)


Çok basit gibi, dimi?

20 Şubat 2010 Cumartesi

I'm Sticking With You (The Velvet Underground)

Juno'yu bi daha izledim ben.
Bu sefer de annem ve babamla izledim.
Film bittiğinde annem "iyi ki aklı başında bir kızımız var" dedi, babam da sarılıp öptü.

"Look, in my opinion, the best thing you can do is find a person who loves you for exactly what you are. Good mood, bad mood, ugly, pretty, handsome, what have you, the right person is still going to think the sun shines out your ass. That's the kind of person that's worth sticking with."

19 Şubat 2010 Cuma

Ambitious Outsiders (Morrissey)

Beden dersinde voleybol oynamaya başladığınızda 3 tip kız vardır.

Bir, voleybolu pek iyi oynayamayan ve haliyle maç yapmaktan nefret eden kız.
İki, voleybolu çok da kötü oynamayan ama maçın gerilimini sevmeyen kız.
Ve üç, voleybolu şahane oynayan, maç yapmak içinde yerinde duramayan kız.

Her takımda en azından bir tane vardır bu kızlardan. Bir numaralı kız servis kaçırırken üç numara bağırır. İki numara olsun dert etme der. Bir numara bozulur ve bir daha asla voleybol oynamayacağına yemin eder.
Oyunun devamında üç numara kendini iyice belli eder. Sayı aldıkça sevinir, toplar boş alanlara düşürüldükçe diğerlerine kızar, onu manşetle alabilirdiniz der.
Üç numara, eğer başka üç numaraların arasına düşmemişse iyice stres yapar, iyice panik olur. Üç numara maçı kaybetme düşüncesiyle boğuşurken bir numara da iki numara da artık çok sıkılmıştır. Üç numara sahada ordan oraya savururken kendini, diğerleri aralarına düşen topa bakıp gülerler, üç numaraya sakin olması gerektiğini söylerler ve oyuna devam edilir.

Oyunun sonunda sadece iki seçenek vardır:
Bir, üç numaranın takımı kazanır ve üç numara zafer marşları eşliğinde soyunma odasının yolunu tutar.
İki, üç numaranın takımı kaybeder ve üç numara takım arkadaşlarına gizliden gizliye laf sokmaktadır. Şöyle yapsak olurdu'lar, böyle olsa maçı kesin alırdık'lar havada uçuşur. Tabii, önemli olan eğlenmekti diye de eklenir.

Maç nasıl bir skorlar biterse bitsin, bir ve iki numara üç numarayı kendi halinde bırakırlar ve sakinleşmesini beklerler. Üç numara sonunda sakinleşebildiğindeyse aklında öbür hafta kurtaracağı toplar, vuracağı manşetler, smaçlar, alıcağı sayılar vardır.

16 Şubat 2010 Salı

Rambling On My Mind (Eric Clapton)

Sorucak çok fazla sorum var.
Bazen küçük bir çocuk olmak istiyorum ki insanlar buna tahammül edebilsin.
Ne nasıl nerde neden.
Çok şey sormak istiyorum insanlara ama imkanım yok. Ya da cesaretim. Bilemedim şimdi.


En sevdiğin şiir neden en sevdiğin şiir?
Hangi filmde ağladın da itiraf etmek istemiyorsun?
Fahrenheit 451'deki gibi bir kitap ezberlemeni isteseler hangisini seçersin?
Pencerende yağmur damlası yarıştırır mısın?
Mandalinanı nasıl yersin?
Kahveyi mi çayı mı daha çok seversin?
Mutfak tezgahına zıplayıp gecenin bir yarısı Nutella kaşıklar mısın?
Hangi filmi yüzlerce kez izledin de hala bıkmadın?
Hangi şarkıya çok anlamlar yükledin de unutuverdin sonra onları?


Bak, çok şey sorup sıktım yine birilerini.


Sahi okur, çok sıkıldın mı?

15 Şubat 2010 Pazartesi

On Every Street (Dire Straits)

İki sene önce Kadıköy'de, o zamanlar sokakların nereye çıktığını bile bilmezdim, Kadıköy Anadolu lisesinin olduğu sokaktan aşağı doğru iniyorduk. Solda, yan yana sıralanmış, özelliksiz bir sürü apartman vardı. Yere bakarak yürüyorduk, neden bilmem. Sonra yerde duran kartpostalı fark ettik. Hiç önemsemeden üstüne basan yüzlerce ayağın izleri birbirine karışmıştı. Farklı insanlar ve farklı ayakkabılar bakmadan geçmişlerdi. 
Biz durduk.
Yanımda Fermi ve Derin vardı. İkisini de uzun zamandır görmedim.
Durduk, kartpostalı yerden aldık.


Başkası olsa, onu yerden alır mıydı acaba diye çok düşündüm sonra. Nolurdu o kartpostala? Yağmur sularıyla mı erirdi? Birileri çöpe mi atardı? Kaldırıma mı karışırdı?


Biz merakımıza yenilmiştik. Kartpostalı yerden almış, yüzsüz yüzsüz okumuştuk bi de. Başkasının mektuplarını okuyan saplantılı insanlar olmuştuk birden. Kartı Almanya'dan atmışlardı, tarih yeniydi. Dayanamadık, adrese baktık. 
O sokaktaki evlerden birineydi.
Telaşlandık, gülüştük, aranmaya başladık.
Apartmanı bulduğumuzda zili Fermi çaldı. 
Bundan sonrasını pek net hatırlamıyorum. Ama giriş katında bir kapı açıldığını hatırlıyorum. Kadın elimizde kartla bizi görünce şaşırmıştı önce, sonra da apartman kapısını açmıştı bize. "Kart size gelmiş" gibi bir açıklama yaptık. Kadın bize gülümsedi, sonra da kartın Almanya'daki yeğeninden geldiğini söyledi.


O çok acayip bi mutluluktu. Hani öyle kolay kolay duymayacağınız türden bir mutluluk. Garipti, farklıydı, ama çok güzeldi işte. Şimdi geriye dönüp bakınca kapıyı çalmadan önce ne düşündük, neden o kartı yerde bırakıp gitmedik bilmiyorum. Umursamasak da olurdu. Okuyup bir yere atabilirdik, üstünden bir kez de biz geçebilirdik. En iyi ihtimalle kartı alıp kenara koyardık, ama biz yerimizde duramadık işte.


Sanırım içimizde bir yerlerde hepimiz biraz Amelie olmak istiyorduk o yüzden.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Thick As A Brick (Jethro Tull)

Ogün Samast yanlıları Agos Gazetesi'nin web sitesini hacklemişler, bir de bildiri yayınlamışlar.
Ne -de'leri ayırmasını biliyorlar, ne de herkes'i doğru yazmasını.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalaHaberDetay&ArticleID=980064&Date=13.02.2010&CategoryID=97

Çevre Bakanı nükleer enerjiye destek vermiş. Bir çevre profesörü olduğunu, bu konuda makaleler okuduğunu söylemiş. Üstüne bir de "Nükleer enerji çevreci bir enerjidir." demiş.
Adamın nasıl bakan olduğu meçhul zaten.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=980108&Date=13.02.2010&CategoryID=85



thick adjective (STUPID)

informal stupid
I told you not to touch that - are you deaf or just thick?

(Definition of thick adjective (STUPID) from the Cambridge Advanced Learner's Dictionary)

11 Şubat 2010 Perşembe

Lou Reed (The Little Willies)

Norah Jones'lu güzel grup The Little Willies'den Lou Reed'in karizmatik duruşuna ters, eğlenceli bir şarkı.
Cow tipping ne diye merak edenlere: http://en.wikipedia.org/wiki/Cow_tipping

We were drivin through West Texas
The land of beef and pork
Where they tend the hides of leather
We wear back in New York
In a pasture, along a roadside
Behind a brokedown shack
On a dusky side of evening
We saw a figure dressed in black

And we don't mean to sound like we're trippin
But we swear to God
We saw Lou Reed cow tippin
Cow tippin

Hey Lou, "Is that you?"
She said as we pulled to the shoulder
He just said, "Go screw."
And then he turned and tipped one over
Under a spitshine Western sky
The color of blue varnish
Hey it's like Fellini
Actually I'm thinkin more like Jim Jarmusch

And we can't say how much we've been sippin
But we swear to God
We saw Lou Reed cow tippin
Cow tippin

I got cops on the cell
I said I got a little story to tell
Lou Reed is in the cow pen
They said, Oh no! Not again!

And we hope our perceptions isn't slippin
But we swear to God
We saw Lou Reed cow tippin
Cow tippin

Cow tippin
You really think that was Lou Reed?
Cow tippin
I'm sure it was, he was wearing black Levis
Cow tippin
I thought he was a vegetarian
Cow tippin
He's just tippin them over, he wasn't eating them
Cow tippin

5 Şubat 2010 Cuma

Nowhere Fast (The Smiths)

The Smiths dinlerken babam geldi odamın kapısına.
"The Smiths duydum mu anlarım ben."

Güldüm ve kocaman sırıttım.
Güldü ve kocaman sırıttı.

"Neden gülüyorsun?" diye sordum, hala gülerek.
"Sen neden gülüyorsun?"

3 Şubat 2010 Çarşamba

Ring Out The Bell (Travis)

Nerdeyse 6 senelik emektar telefonumun şarjı sadece yarım gün dayanmaya başlayınca, annemin zoruyla yeni telefon almak zorunda kaldım.
Oysa piyasada Snake II'li telefon artık kalmamıştı, insanlar dandik üç boyutlu yılanlarını oynamak istemezken benim telefonumda high score yapmaya çalışıyorlardı. Hey gidi günler hey.


Olur da duvarsız, ek yemli yılan çekerse canınız, aramamazlık etmeyin.

Ask Me Why (The Beatles)

Biraz canım sıkıldı galiba.
Ben de formspring'e dadanmaya karar verdim.
İnternette ne varsa herkes dadanmalı ya, o bakımdan.


http://www.formspring.me/leftoverteacups

2 Şubat 2010 Salı

Half A Person (The Smiths)

Diyorum ki,
biri gelse, konuşsa, 
sussa,
ama sessizlik çok güzel olsa,
hep öyle kalsak,
ama hiç yabancı hissetmesek mesela.

Postcards from Paraguay (Mark Knopfler)

Amsterdam'da kanal kıyısında eski kitap satan bir adamdan kartpostallar aldım. Eski ama.
Bir tanesinin üstünde 1948 yılından damga var. "Bonne Année" demişler.
Kartpostalı yarımyamalak fransızcamla çevirmeye çalışıyorum.
Daha doğrusu şimdilik sadece el yazısını deşifre etmeye çabalıyorum. Ama zor.