18 Nisan 2010 Pazar

Grace (Jeff Buckley)

Kadıköy karanlık ama kepenklerini indirmiş dükkanlardan sızan ışıklar sokakları aydınlatmaya yetiyor. Nazım Hikmet'in bahçesi kalabalık değil, huzurlu. Sarı ampuller asmışlar etrafa, bir tanesinin altına geçip oturuyorum. Annemler sinemadan çıkacaklar, onları bekliyorum. Çay tepsisiyle gezen adam ortalıkta gözükmüyor, ben de içeri geçiyorum, kasadan bir çay istiyorum. Adam hemen arkadan dolduruveriyor ufak bir bardağa. Omzumda çantam, elimde birkaç broşür, tabağını elim titreye titreye tuttuğum çayımla tekrar dışarı çıkıyorum.

Yanımda düzgün bir kitap olmasını çok istiyorum o an, 1984 gibi mesela. Yok diye üzülüyorum önce, sonra aklıma geliyor, açıp Antik Acılar'dan birkaç şiir okuyorum. Bardağın altından bir damla çay düşüyor üstüme, ben okumaya devam ediyorum. Çok sevdiğim bir dostumun bana vapurda okuduğu şiirlere denk geliyorum sonra.

"Yaşlı bir devrimci
düşürmez hiç ağzından
özgürlük kelimesini
ve yatmadan önce
bir bardak su yerine
denize bırakır
takma dişlerini"

Rüzgar esiyor, hava serin. Çay bardağıyla ellerimi ısıtıyorum.
Çatılarda yürüyen kediler var ve yan masadaki adam mantarlı makarnasından şikayet ediyor.

dün bana 'serseri' dedi ukalanın biri.

Hiç yorum yok: